Kötülük Üzerine Alışılmadık Bir Yaklaşım: Otomatik Portakal

— İyi bir insan olmak hoşuna gitmeyebilir küçük 6655321. Belki de iyilikten nefret edebilirsin.
Anthony Burgess'in ünlü romanı Otomatik Portakal'ı duymayan yoktur sanıyorum. Stanley Kubrick gibi efsane bir yönetmen tarafından da sinema uyarlaması olduğundan, en azından "Otomatik Portakal" ismi bilinen bir isim. Peki ne demek bu otomatik portakal, ne anlama geliyor?

Anlamını bilen, açıklamasına denk gelen illaki olmuştur ama ben kitabı okuyana kadar maalesef bilmiyor, gerçekten portakal içeren ve otomatik işleyen bir düzenek hayal etmeye çalışıyordum. Neyse ki İş Bankası Modern Klasikler Dizisi'nden okuduğum baskıda arka kapağa Anthony Burgess'in açıklamasını çevirmişler. Birebir aktarıyorum.

"Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. 'Uqueer as as clockwork orange'. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da 'canlı' anlamına gelen 'orang' sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve kokusu hoş bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm."

Kitabın isminin ilgi çekiciliği olsun, anlatılan hikaye ve kahramanlara uyumu olsun, başarılı bir tercih olduğuna şüphe yok. Hikayenin ana karakteri olan Alex'in de, hikayenin geçtiği dünyanın da garip olduğu şüphesiz. Canlılık denirse zaten böylesi kıpır kıpır, böylesi hareketli, böylesi hararetli çok az kitap var.

Konusu

Kitabın anlattıklarına geçecek olursak, ana temasının kötülük üzerinde durduğunu söylemek yanlış olmaz. Kötü nedir, kötülüğün kökeni, kötülük yapmamak iyi olmak mıdır, tercih edilmemiş iyilik iyilik midir ve hatta iyi dediğimiz cidden iyi midir?.. Alex isimli genç bir delikanlının başından geçenleri onun ağzından dinliyoruz. Kardeşlerim diye hitap ederek bize, anlatıyor hikayesini.

Atladım kardeşlerim. Ve pattt diye kaldırıma düştüm. Ne var ki ölmedim. Hayır; ne yazık ölemedim. Ölseydim zaten bunları yazamazdım.

Kitap üç kısımdan oluşuyor. Birinci, ikinci ve üçüncü bölüm diye isimlendirilmiş olsalar da serserilik - hapishane - tedavi sonrası şeklinde bahsetmek bana daha uygunmuş gibi geliyor. 

Serserilik kısmında Alex ve arkadaşlarının vahşet dolu, insanlığa sığmayan diye de nitelendirilebilecek davranışlarını görüyoruz. Kafayı çekmeler, adam dövmeler, soygunculuk, tecavüz, çete kavgaları, karı kızla sürtme, hatta ölüm noktasına giden arbedeler. Kötü olmayı, kötüyü tercih etmeyi, kötülüğün kökeni ile ilgili ilk sorgulamayı burada görüyoruz.

Neden "iyiliğin kökeni"ni incelemezler, araştırmazlar? Herkesin derdi "kötülük" ya da "iblisliğin kökeni". Eğer serseriler kötülük yapıyorsa bu onların tercih hakkı. Yani adalar kötülüğü benimsemişler. İyiler de iyiliği...

Hapishane kısmı bana kalırsa kitabın en sakin kısmı. Serserilikteki aşırı hareketli hayattan monoton ve sıkıcı hapishane hayatına geçiş elbette bir durgunluk sağlasa da sakin dememin tek sebebi bu değil. Tedavi sonrasında olacak olaylara zemin hazırladığı ve Alex 'in bu olaylara çok kabullenerek ama ne yaşayacağını bilmeden girdiği için olan bi sakinlik. Serserilik kısmının haldır haldırlığından sonra gerekli, sıkıcı olmayan bir dinlenme ve sonrasına hazırlık. İyiliği tercih etmenin iyi olduğunu, kötülükten zorla alıkonulan birisisinin iyi olamayacağı fikri aşırı ön plana çıkıyor. İyinin de iyi oluşunu sorgulamaya başlatıyor.

Tanrı biz kullarından ne istiyor? Tanrının istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı'nın gözünde?

Tedavi sonrasında ise işler karmaşıklaşmaya başlıyor. Saf iyinin, kötülük yapmayan -daha doğrusu yapamayan- birinin de sıkıntı çekeceği, hatta normal bir insandan daha da aşağılanacağını görüyoruz. Karma ya da ilahi adalet denebilecek düzen yardımcı oluyor olayların gelişiminde, rastlantılardan çok önceleri yaptıklarından başına iş geliyor Alex'in hep. Kötülüğün insan doğasında olduğu, kötülük yapmanın engellenebilse bile kötücül düşüncelerin insan tabiatı gereği sonunun kesilemeyeceği ve iyi görünen figürlerin bile kötücül oluşu karşımıza çıkıyor. İçten gelerek iyileşilmediği sürece baskılansa bile kötünün kalacağı ama iyilik gibi kötülüğün de sonsuz kadar kalamayacağı, gelişip büyüdükçe, kısacası değiştikçe doğal bir süreçte işleyeceği mesajıyla bitiyor.

Sonra vücudumun içinde koca bir boşluk hissettim ve kendime çok şaşırdım. Ne olduğunu anladım kardeşlerim. Büyüyorum.

Müzik

Kitapta en dikkat çekici noktalardan birisi müzikti. Burada kitaba parantez açıp yazarla ilgili bilgi verme ihtiyacı duyuyorum. Anthony Burgess üniversitede müzik branşını okumak istemiş ama gerekli notlara sahip olmadığından kabul edilmemiş birisi. Buna rağmen 250'den fazla müzik bestelemiş. Müzikle arasında garip ve sıra dışı bir ilişki var. Bu yanını eserinde yoğun bir şekilde görüyoruz. Müzikle ilgili egzotik ve erotik olduğunu söylediği biliniyor. Bunu, Alex'in klasik müzikle kendini tatmin edeceği bir kurguya yönlendiriyor. Bu kitap içinde ufak bir detay ama özellikle Beethoven'ın Dokuzuncu Senfonisi büyük bir yer tutuyor. Ayrıca bölümler arasındaki akış, o hararetli ilk bölümden sonra tekrar hararetleneceği üçüncü bölüme geçmeden aradaki duraksamanın klasik müzik eserlerinde tüm çalgıların gireceği bölümden önceki sakiliğe benzediğini düşünüyorum.

Aşırı şiddet

Kitabın ilk bölümünde, Alex ve arkadaşlarının gece hayatlarını okuduğumu kısımda korkunç bir miktarda ve vahşilikte şiddetle karşılaşıyoruz. Özelikle de istismarcıların genellikle istismar edilen kişiler olduğu seri katillerin altında travmatik geçmişler yattığını gördüğümüz ve kötünün arkasında bir sebep arayan yapımıza sadece canları öyle istedikleri ve eğlenceli buldukları için şiddet uygulayan karakterler görmek çoğu kişiyi olumsuz etkilemiş. İlk kısımda geçen şiddeti insani elbette bulmasam da açıkçası durum benim için aynı olmadı. Belki kitaptan beklentimin hapishane bölümlerinde Alex'i bağlayıp gözlerini açık tutarak zorla bir şeyler izlettikleri kısımdan ibaret olduğundan kaynaklı afallama da buna sebep olmuş olabilir ama bana kalırsa şiddetin dozu o kadar fazla, işlenişi  kadar alıştığımızın dışında ki daha çok neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Evet, dehşet duygusundan daha çok şaşkınlık duygusunun ön plana çıktığını düşünüyorum. Ayrıca şiddet o kadar yoğun ki artık gerçekçiliğini yitiriyor. Duyarsızlaşıyor ve kanıksıyoruz. Bu sayede kitap, bize kendi ahlakımızı tekrar sorgulatarak kitabın olay örgüsünden bağımsız bir huzursuzluk yaratıyor.

— Nedir siz böyle yapan? Sorunlarınızı inceliyoruz, geçmişinizi elden geçiriyoruz. İncelemeler, deneyler, kitap okumaktan, not tutmaktan bozulan gözler. Gene de sıfıra sıfır elde var sıfır. Güze bir evin, seni seven anan baban. Kafan da çalışıyor; aptal değilsin. Yüreğinde çöreklenip oturan yılanın adı ne?

Rahibin düşünceleri

Kitabın ikinci bölümünde karşımıza çıkan, sonrasında yine çok fazla haşır neşir olmadığımız ve olay akışında çok da etkili bir karakter gibi durmayan rahibin sözleri aslında genel anlamda kitabın ana düşüncelerini veren mesajlar. Rahip karakteri aşırı sevecen ve okuyucuya sempatik olarak gösterilmeye çalışılmasa da kitabın vurguladığı mesajları söyleyen kişinin bir rahip olmasında belki de Anthony Burgess'ın bir Katolik olması yatıyor da olabilir. Yine de benim durmak istediğim nokta rahibin kendisinden çok sözleri.

Kötülüğün önüne geçilmeyi sağlayacağı söylenen Ludovico Tekniği'ne rahip dışında muhalif olan görmüyoruz. Rahip, iradeden ve tercih hakkından bahseden kişi olma görevini görüyor. Kötülüğün, iyilik gibi bir tercih olması gerektiğini, kişi kötülüğü seçme hakkına sahip olmadan iyilik yapınca aslında iyilik yapmış sayılmadığını, iyiliğin içten gelmesi gereken bir şey olduğunu söylüyor. İç İşleri Bakanı gibi üst kademe yetkililerin emirleri yanında kendi dediklerinin elbette hiçbir tesiri olmuyor ama aslında haklı çıkıyor. 

Ne var ki cezan bu günahla kıyaslanamayacak denli büyük. Seni bir makine biçimine sokmuşlar. Seçme hakkını elinden almışlar. Toplumun kabullendiği gibi davranış türlerine boyun eğmek zorundasın. Sadece iyilik yapmakla görevli küçücük bir makinesin.

Ludovico Tedavisi

Tedavi olduktan sonra hiçbir kötülük yapamayacağı garantisi verilen Alex, gerçekten de hiçbir kötülük yapamıyor. Bu Alex'in artık iyi bir insan olduğu anlamına mı gelir? Maalesef hayır. Alex kötülüğü hâlâ yapmak istiyor, zihninde hâlâ kötücül düşünceler var. Tek değişen artık onları eyleme dökememesi. Eğer bunun onu iyi yaptığını söylersek eyleme dökülmemiş kötülüğün kötülük olmadığı manasına gelmez mi? Adam öldürmeyi istemene ve öldürme imkanın olsa öldürecek olmana rağmen imkanın olmadığı için öldürmemen iyilik midir?  Birinin kafasına sıkmasının önündeki tek engel tetiği çekecek parmaklarının olmayışı olan ama parmakları olsa tetiği çekecek kişi iyi birisi midir? Ludovico'nun etkisi de aynen böyle çünkü kişinin içindeki kötülük potansiyeline dokunmuyor, sadece kişinin eyleme dökmesini engelleyebilmek için bedensel engeller koyuyor.

İyilik kişinin içinden gelir 6655321. Kişi iyiliği seçebilmelidir. Kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.

Dürüstlük

Kitapta birinci ağızdan yaptığı iğrenç davranışları gram utanç ve pişmanlık yaşamadan anlattığı halde Alex karakteri, iğrendiğiniz ya da nefret ettiğiniz birisi olmuyor. Hatta koca seride, uzun bir süre görebileceğiniz tek dürüst insan -ta ki kötülüğünden mahrum bırakılınca dürüstlüğünden de vazgeçmek durumunda kalana değin. Kitaptaki her karakter iki yüzlü, her karakter. Polis memurlarından Alex'in arkadaşlarına, Ludovico tedavisi uygulayanlardan hapishanedeki oda arkadaşlarına, Alex'in ailesinden rahibe... Kendilerini iyi gösterip emellerini şatafatlı cümlelerde masum şeylermiş gibi lanse eden kişiler bunlar. Büründükleri kimlikleri olmak istedikleri kişiler değil, dar geliyor maskeleri yüzlerine, sızıp duruyor gerçek kimlikleri çatlaklardan, toplumun aşağı görülen kimselerine kusmaktan sızan irini -kendi kimliklerini- çekinmiyorlar hiç. İşin ironik yanı da bu ya, kötülük üzerine olan bu kitapta sayısız kötü karakter var -kitaptaki tüm karakterler- ama bir tane bile iyi karakter yok. İyi kimlikliler var, iyi olması gerekenler, iyi sandıklarımız bol lakin iyiyi olmayı beceren olmamış. Sahici iyinin olamadığı bir dünyada "kötü"leri iyiye dönüştürmeye çalışmak ne iddialı iş.

Annem bir süre sonra saygılı bir sesle beni çağırdı. Büyüdüm artık. Eskiden, "Alex" diye bağırır, yanına gelmemi buyururdu. Kaslarım çelikleştikçe annemin sesi yumuşuyor.

Hükümet

Böyle bir dünyada hükümetin ne alemde olacağını tahmin bile edemiyor insan, çünkü siyaset dünyası pistir. Ama o da ne, gayet alışık olduğumuz bir hükümet var karşımızda, amacı gerçekten sorun çözmekten ziyade iktidar süresini uzatmak olan bir hükümet. Dünyadaki kötüleri gerçekten iyi yapmak istedikleri için değil, hapishanelerin doluluk sorununa çözü getirmek ve bizim iktidarımızda toplumdan dışlanan suçlular iyi bireyler haline getirilip topluma geri kazandırıldı demek için Ludovico Tekniğini kullanan bir hükmet. İşsizlik sorunuyla birlikte toplum huzurunu kaçıran serserilerden kurtulmak için içinde bu erkeklik taslama güdüsü duyan kişileri polis yapan bir hükümet. Keza hükümetin desteğiyle yasal olarak har vurup gürleyen bu polisler de halkın güvencesini sağlamaktan sorumlu olmalarına rağmen keyfi adam dövüp millete güç gösterisinde bulunuyorlar.

Yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu terbiyeli olmaları söz konusu değildir.

Pavlov'un Kanunları

Yazının sonuna yaklaşmışken, başına bir dönüş yapayım. Kitabın arka kapağından alıntımda Anthony Burgess'in "Pavlov'un kanunlarını uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm." derken kastettiği kuvvetle muhtemel Ludovico tedavisi ile kötülük yapmamaya şartlamaktı. Lakin ben yazımı, kitabın şartladığımız başka bir şeye çektiği vurguyu belirterek bitirmek istiyorum. Şartlandırıldığımız bir kötü algısı var. Dünya genelinde sabit kötülerle beraber değişkenlik gösteren kötüle de var. Lakin doğduğumuz günden beri evde, okulda, sokakta, işte, internette, aklınızın alabileceği her yerde sürekli olarak bir kötü algısına koşullanıyoruz. Pavlov'un köpeklerinin koşullanması gibi gözümüze sokulan bir şey değil belki ama yine de sürekli gerçekleşiyor. Otomatik Portakal'ın, içsel sorgulama ya da okurken farkına varma açısından bu koşullanmayı yıkan bir eser oluşu, su götürmez bir gerçek.

Kardeşlerim, bundan sonrasına ben tek başıma gideceğim, siz gelemezsiniz. ... Ama siz kardeşlerim, arada sırada da olsa kulunuz Alex'i hatırlayın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Edebiyatımızdaki İlk Batılı Öykü Küçük Şeyler

Doğmamış Çocuğa Mektup Kitap İncelemesi

Sil Baştan Film Yorumu

Kan Donduran Bir Katil: Koku Kitap İncelemesi

Tehlikeli Oyun Film Yorumu