Sil Baştan Film Yorumu
Birini aklınızdan silebilirsiniz ama onu kalbinizden atmak başka bir hikayedir.
Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind), Michel Gondry yönetmenliğinde çekilmiş 108 dakikalık Amerikan romantik/bilimkurgu filmidir. Başrollerinde Truman Şov'dan bildiğimiz Jim Carrey ve Titanic'in yıldızı Kate Winslet'in bulunduğu yapım, En İyi Özgün Senaryo Oscar'ı dahil özellikle senaryosuyla ilgili birçok ödül almıştır. Bu senaryoyu ise Michel Gondry, Charlie Kaufman ve Pierre Bismuth beraber yazmıştır.
Sırf başrolleri değil, diğer karakterlerde de çeşitli yerlerden tanıdığımız usta oyuncularla film öncelikli olarak tadını çıkaracağınız bir oyunculuk sunuyor. Bu oyunculardan bazıları Örümcek Adam'dan tanıdığımız Kirsten Dunst, Sihirbazlar Çetesi'nden ve Yenilmezler'den Mark Ruffalo ve Yüzüklerin Efendisi'nden Elijah Wood.
Konusu
İki yıllık bir birlikteliğin ardından ayrılan Joel ve Clementine ikilisinden Joel, Clementine ile karşılaştığında Clementine'ın kendisini tanımıyormuş gibi davranmasına çok sinirlenir. Sonradan öğrenir ki ayrıldıktan sonra Clementine kendisini hafızasından sildirmiştir. Öfke ve üzüntü içinde olan Joel de Clementine gibi hafızasını sildirmeye karar verir. Lakin hafızasının silinmesi sırasında her şey yolunda gitmez ve Joel bunu yapmak isteyip istemediğinden emin olamaz.
Yorumum
Hem ödüllü hem de kült sayılabilecek bir film olmasından da tahmin edilebileceği üzere, gerçekten etkileyici bir yapıt. Felsefi ve düşünsel bir yanı olduğu halde sıkıcı değil, tersine alışılagelmişin dışında bir aşk hikayesi anlatımı sunduğundan ilgi çekici. İzlerken zevk almanın yanı sıra sonrasında konuşacak bir şeyler sunuyor.
Filmin esas sorusu "kader" ve "tercih" üzerine demek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Hikayenin kronolojik sıralamasına göre ilerleyecek olursak, ilk olarak Clementine'ın hafızasını sildirdiğini, bunu öğrenince öfkeden deliren Joel'ınsa "Sen sildiriyorsan ben de sildiririm" tarzı üzerine çok düşünmediği, daha duygusal bir kararla hafızasını sildirmek üzere Lacuna'ya gittiğini biliyoruz. Duygusal bir şekilde olsa da bir karar vermiş. Ama tüm film boyunca bu kararından vazgeçtiği, artık anılarını sildirmek istemediğini görüyoruz, hatta filmin neredeyse tamamı bu bile denebilir. Kararının doğruluğunu aşk üzerinden sorgulayıp duruyor.
"Kader" ise filmin akış sırasına göre ilk gördüğümüz şey oluyor: İşi asmaya karar verip Monteuk'a giden Joel ve orada karşılaştığı, kendisiyle ilgilenen kız Clementine. Birbirlerini tanımıyorlar, konuşmaları, birlikte olmaları için hiçbir neden yok. Yine de bunlar oluyor: Joel kızı görünce Clementine ilgisini çekiyor, Clementine'ınsa Joel, Joel konuşmak istese de yüz bulamıyor, Clementine Joel'in üzerine gidiyor, eninde sonunda konuşuyorlar, o günün akşamı tekrar birbirlerine denk geliyorlar... Bunların hepsinin sebebi kader mi yoksa beynimizin içinde bize fısıldayan bir ses mi, tıpkı Joel'a Monteuk'a git diyen Clementine gibi? Yani Joel'in Monteuk'a gitmesi kader değil öyleyse? O zaman Joel'un gittiği gün Clementine'ın da gitmesi ne oluyor? Birbirlerine tekrar aşık olmalarının sebebi birlikte olmaları kaderlerinde yazıldığından mı yoksa beyinlerindeki farkında bile olmada birbirine benzer tercihler yapmalarını sağlayan eylemlerden dolayı mı birbirlerine tekrar aşık oldular? Filmden sonraki etkisinden çıkamadığınız bu süre boyunca bu ve benzeri sorular aklınızı meşgul ediyor.
Filmde önemli bir imge tekniği olarak da Clementine'ın saçı kullanılmış. Sinematografide önemli bir yer tutan renkler, genel olarak bir anlam taşır ve izleyicide çeşitli duygular uyandırmayı amaçlar. Clementine'ın saçını dört renkte görüyoruz, dört mevsimi temsil eden dört renk. Filmin başında mavi renkli ve bu kış mevsimi ile ilişki. Joel'la ayrıldıktan sonra saçını boyadığı bu renk sonu, bitişi, doğanın kışın olduğu gibi ölü halini temsil ediyor, artık ilişkilerine tamamen nokta konduğunu. Joel'in anılarında ise, en yakın tarihten ilk tanıştıkları zamana doğru akarken Clementine'ı turuncumsu, akmış ve solmuş kızıl gibi bir renkle görüyoruz. Sonbaharı temsil eden bu renkler sonbaharda dökülen yapraklar gibi bitişin, ayrılığın ve peşinen gelen kışın yani kesin sonun habercisi. İlişkilerinin yokuş aşağı gittiği her sahnede Clementine'ın saçını böyle görüyoruz.
Sonrasında daha canlanıyor rengi, kızıl hatta kırmızı oluyor. Yaz mevsimi, yazın her şeyin daha canlı ve daha yoğun olması gibi Clementine'la Joel'un aşkları da zirve günlerini yaşıyor, birbirlerine karşı konulmaz bir sevgi duyuyorlar, tutkulu ve şehvetliler. Joel'un zihninde, anılar arasında biraz daha geziniyoruz, en son durağımızsa tanıştıkları gün oluyor. Clementine'ın saçları yeşile boyalı, baharla yeniden doğan doğa gibi doğacak aralarındaki aşk. Her şeyin tohumlarının atılacağı aralarında bir yakınlık filizleneceği ve sonrasındaysa dallanıp budaklanacağının habercisi.
Filmle ilgili daha konuşulsa elbet konuşulur lakin daha iyi anlayabilmek, güzelce özümseyebilmek ve detayları kaçırmama içi izlekten sonra üzerine düşünmek, gerekirse tekrar tekrar izlemek yapılabilecek en iyi şeylerden olur. Her izleyişinizde aynı zevk alacağınızın da teminatını veren bir film.
Onu aklından attın, peki ya kalbinden?
Yorumlar
Yorum Gönder